Göç süreklidir ve göçün sebeplerleri de insanların olabileceği kadar çeşitlidir. Almanca konuşulan ülkelerde bu konudaki söylem tek taraflı, hegemonik ve nadiren ayrımcılık gözetmeksizin tartışılsada, Avrupa merkezli bir bakış açısıyla karakterize edilmektedir.

Alman Sinemasında Göç ve Perspektifleri söylemine içeriden bir bakışla müdahale ediliyor yani Alman Medyası ve Alman Toplumu arasındaki göç söyleminde farklı bakışlar söz konusu.

Toplum siyaset tarafından temsil edilir. Almanya'da ve çoğu Batı Avrupa ülkesinde bu söylem, güçlü ve sağlam dinamikler arasındaki bir gerilim alanında hareket ediyor. Bu, bir medya söyleminin siyaset tarafından benimsenebileceği ve göçün buna göre araşsallaştırılabileceği anlamına gelir. Ya da siyasetteki söylem, medya tarafından, özellikle Alman film ve televizyonu tarafından alınır ve üretilen imajlar aracılığıyla toplumsal algıda tezahür eder. Muhtemel bir sonuç, varsayılan bir "merkez" ve benzer bir "kenar"ın yarı sürekli ve kendi kendini kopyalayan üretimi olmaktadır. Bu hakim tutumların kökleri genellikle Almanya'nın henüz yeterince araştırılmamış olan sömürge geçmişine dayanmaktadır.

Bu açıklamalırın ardından filmler, göçün sadece yapımcıları tarafından deneyimlenmediği bir uzmanlıkla karakterize ediliyor. Göç onları, içeriden tanıklığın özneyi oluşturduğu bir dereceye kadar etkiliyor. Sadece bu nedenle değil, aynı zamanda yeni perspektifler ve anlatım biçimleri ortaya çıkıyor. Başka bir deyişle, filmler kanonu eşit derecede zenginleştirir. Ne yazık ki sinema tarihi açısından bu olasılık ancak son zamanlarda dikkate alınmaya başlandı.

Kürasyon, filmler 1979'dan 2019'a kadar olan süreci kapsıyor ve farklı türlerden 24 kısa, orta ve uzun metrajlı filmin yer aldığı 17 programdan oluşuyor. Filmlerin çoğu, haksız bir şekilde sıkca gösterilmeyen filmleri teşkil ediyor.

Bu filmler, Avrupa merkezci bakış açısını kırıp yerine çok perspektifli, kendini yansıtan ve yenilikçi sesler getiren, duvarın yıkılmasından önce ve sonra göç söylemini aydınlatan ve ilerleten filmlerdir. Bununla birlikte, pedagojik olmaksızın tarihsel boşlukları dolduruyorlar. Her film içsel bir gereklilikten yola çıkılarak yapılmış.

Filmler bazen beyazların bakışını mizahi bir dille savuşturuyor (FAKE SOLDIERS | IN THE NAME OF SCHEHERAZADE ODER DER ERSTE BIERGARTEN IN TEHERAN), bazen çoğunluk toplumuna karşı acı dolu bir tavır takınıyor (EMPFÄNGER UNBEKANNT | DER ZWEITE ANSCHLAG | MEIN VATER, DER GASTARBEITER), bazen de eğitimde ilerlemenin bedelini anlatıyor (EXIL | MAN SA YAY - I, YOUR MOTHER | FREMD).

Filmler sınırları yıkıyor, yeni alanlar yaratıyor, bilgi aktarıyor, göçün daha iyi anlaşılmasını sağlıyor ve göç sonrası toplum için bir köprü kuruyor.

Enoka Ayemba und Biene Pilavci

 

back